Gazze’de İsrail vahşeti devam ederken ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) İsrail’e sınırsız destek verirken, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, “ABD’den acil destek gelmezse, savaşı kaybedebiliriz” dedi. ABD ve Avrupa’dan gelen yardımlara güvenerek, kısa süre öncesine kadar Rusya’yı yenebileceğini öne süren Ukrayna liderinin son sözleri, sadece kendisinin güçsüzlüğünü değil, ABD’nin gücünün sınırlarını da gösteriyor. Çünkü Ukrayna’nın istediği kadar para ve silahı ABD’nin vermesi olanaksız.
Gazze’de İsrail vahşeti devam ederken ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) İsrail’e sınırsız destek verirken, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, “ABD’den acil destek gelmezse, savaşı kaybedebiliriz” dedi. ABD ve Avrupa’dan gelen yardımlara güvenerek, kısa süre öncesine kadar Rusya’yı yenebileceğini öne süren Ukrayna liderinin son sözleri, sadece kendisinin güçsüzlüğünü değil, ABD’nin gücünün sınırlarını da gösteriyor. Çünkü Ukrayna’nın istediği kadar para ve silahı ABD’nin vermesi olanaksız. Zira ABD’nin de böyle bir gücü yok.
ABD’nin büyüme oranına, işsizlik verilerine, gelir dağılımı adaletsizliğine, pek çok eyaletteki altyapının eskiliğine, sağlık sistemindeki sorunlara, geri ödenmeyen kredilere, bütçe açığına, dış borcuna, sokakta yaşayan milyonlarca yurttaşına, açlık çeken çocuklarına bakınca, dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ülkenin yapısal sorunları çok net görülüyor. Fakat belli ki Zelensky, bakıyor, ama görmüyor. Bakmakla görmek arasında büyük fark vardır her zaman.
Hemen ABD ekonomisine ilişkin anlık veriler sunan usdebtclock.org sitesine göz atalım. Ülkenin borcu, 34 trilyon dolara yaklaşıyor. 335.5 milyon nüfuslu ülkede, kişi başına düşen borç 101 bin doları buluyor. Gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) ise 27.7 trilyon dolar. Bir başka ifadeyle ABD’nin borcu, ekonomik büyüklüğünden 6 trilyon dolar fazla. Bu tablo, ABD modelinin ne denli sağlıksız, acımasız, dengesiz olduğunu gösteriyor. Fakat buna karşın ABD, dünyaya kendi modelini, yani vahşi kapitalizmi dayatıyor. Tek geçerli modelin, bu olduğunu öne sürüyor. Bunun için de silah kullanmaktan, işgal etmekten, darbe yapmaktan çekinmiyor.
Oysa ekonominin büyüklüğü kadar, gelişme hızı kadar, büyüme oranı kadar, kalkınmanın niteliği, istikrarı, sürdürülebilirliği, gelirin adil dağılımı, refahın tabana yayılması, çevreyle, doğayla uyumlu olması da önemlidir. Yüksek nüfus söz konusu olduğunda, tüm bu dengeleri tutturmak daha da zordur. Hele bir de kapitalist düzene, liberal ekonomi politiğe tam bir teslimiyet söz konusu ise ekonomik krizler kaçınılmazdır. Dahası, sistem, doğası gereği varsıl – yoksul arasındaki uçurumu büyütür. Nitekim batının büyük ekonomilerine bakıldığında, ABD’den İngiltere’ye, Almanya’dan Fransa’ya, Kanada’dan Avustralya’ya, bu acı tablo açıkça görülür.
Burada, hem ekonomik gelişme hem modernleşme hem kalkınma anlamında batının kabul etmesi gereken gerçek şudur: Her ülkenin tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik, coğrafi şartları farklıdır. Gelişim çizgisi, geçmiş birikimi, tarihsel deneyimi farklıdır. O nedenle tek tip, batı tipi bir modernleşmeyi dünyaya dayatmak, başka bir modeli kabul etmemek, gerçeklerle bağdaşmadığı gibi aynı zamanda kibirli bir yaklaşımdır, emperyalist bir tutumdur. O nedenle, nüfusu 100 milyon bile olmayan İngiltere’nin modernleşme süreciyle, gelişim şemasıyla, nüfusu 1.4 milyarı geçen Çin’in modernleşme sürecini mukayese etmek ne kadar yanlışsa, 1978 yılında reform ve dışa açılma siyasetini hayata geçirmeye başlayan ve o günden bugüne 800 milyon yurttaşını yoksulluktan kurtaran Çin’le, dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinde her zaman ilk 3 ülkeden biri olan ABD’yi mukayese etmek o kadar yanlıştır.
Bu tür mukayeselere kalkışan bilim insanlarının, araştırmacıların, uzmanların gerçeklikten kopmamaları, akıl, bilim ve vicdan terazisinden şaşmamaları gerekir.
SANAYİ HABER AJANSI
SAVUNMA GAZETESİ