Milenyum diye başlayan, 2000’li yılların başından itibaren Dünya’da yoğun bir şekilde globalleşen ticaret, sanayi, bilim ve teknoloji görmekteyiz. Dolayısıyla milenyumdan bu günlere geldiğimizde genişleyen dünya ekonomisinin ve para politikalarının etkileri neticesinde Dünya, 2008 yılında derinleşmiş bir kriz ile karşı karşıya kaldı.
Bu krizin etkileri, aradan 10 yıl geçtikten sonra Türkiye’de 2018 yılında kendini göstermeye başladı. 2018 yılında başlayan finansal krizin ardından Türkiye ekonomisi, pandemi ve üstüne gelen Kahramanmaraş deprem felaketinin etkileri ile ciddi bir bozulma aşamasına geldi. Bu arada alınmış olan ekonomik kararlar ve bu ekonomik kararların uygulamalarında önümüze çıkan zorluklar sonucunda ülkemiz, maalesef yüksek enflasyonist ortamda ve finansmana erişimin en zor olduğu günlerde, ekonomisini sürdürmek ve sanayisini geliştirmek zorunda kaldı.
Bu hadiseleri göz önüne aldığımızda, son dönemde Türkiye’de enflasyon oranının yüksek seviyelerde seyrettiğini gözlemliyoruz. Yüksek enflasyon, tüketici fiyatlarını etkileyerek vatandaşlarımızın alım gücünü azaltıyor. Ancak son dönemlerde yapılan çeşitli adımların, enflasyon üzerinde etkisi olmasa da ekonomimizi biraz olsun toparlanma sürecine soktu.
Gelecek dönemde ekonomik istikrarı sağlamak ve büyümeyi teşvik etmek adına çeşitli politikaları da hayata geçirmek gerekiyor.
Günümüzde, finansmana erişimin zorlaştığı konusuna baktığımızda, bu durum sanayi yatırımlarının eski hızında olmadığını göstermektedir. Bu bağlamda, son birkaç aydır yavaş giden yatırım süreçlerini izlemekteyiz.
Başkent Organize Sanayi Bölgesi olarak, yatırım konusunda yıllık ortalama %20 büyüyen bir bölgeyiz. Özellikle Ağustos ayından sonraki dönemlerde, son birkaç aydır bu büyümenin yavaşladığını hissedebilir durumdayız. Bu da tabi ki Türkiye ekonomisinin ihracata dayalı çalışması, ihracat yaptığı ülkelerde varlığını sürdürebilmesi açısından, yatırımın ve iyileşmenin sürekliliğini sağlamakla mümkün kılınacağını düşünürsek, önümüzdeki dönemde ciddi sıkıntılara sebep olabileceğini düşünüyorum.
Ülke ekonomisinin geneline baktığımızda ise ülkemizin Dünya ekonomik konjonktüründen ayrılamayacağını biliyoruz. Şu konuya da dikkatinizi çekmek isterim ki, Dünya’nın da sıkı para politikalarıyla finansmana erişiminin zorlaştığı bir dönem yaşıyoruz. Sonuçta, Dünya’da da faizlerin yükseldiği, bu faizlerle yatırım yapma sürecinin zorlaştığı dönemlerde, ülkemiz daha da sıkıntılı bir sürece girmiş durumdadır.
Önümüzdeki 2024 yılı içerisinde sosyo-ekonomik alanda iyileşmenin, hissedilebilir bir boyutta olacağının kanısında değilim. Aksine, 2023 yılının arkasından gelen, özellikle içinde bulunduğumuz günlerdeki finansman darlığı ve geçtiğimiz yıl iç piyasadaki doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki hızlı yükseliş, iç fiyatlarımızın da dolar bazındaki yükselişi ile rekabet gücümüzün kırıldığı bir dönem yaşadık.
Türkiye ekonomisinin en büyük problemlerinden bir tanesi, sürdürülebilir bir ihracat seviyesine ulaşamamasıdır. Çünkü uluslararası bir pazarda yer edinebilmek ve bu durumu sürdürülebilir kılmak, ülkemizin ve firmanın en önemli çabalarından birini teşkil etmektedir.
Bu toparlanma sürecinde de ihracat finansmanında büyük sorunlar ve zorluklar yaşanmaktadır.
Özellikle 2023yılında sanayici ve ihracatçımız bu durumu ağır koşullarda hissetmektedir. Dolayısıyla bu zorluklarla baktığımızda son zamanlarda gördüğümüz bir düzelmenin hissedildiği yılın, 2024 yılı olacağını ümit ediyorum.
Şu anda Türkiye ekonomisi, çeşitli zorluklarla karşı karşıya olsa da, yapılan reformlar ve alınan önlemlerle bir toparlanma süreci yaşıyor. Gelecek dönemdeki ekonomik istikrar, büyüme için alınacak politika kararları ve uluslararası ilişkiler büyük önem taşıyor. Bu faktörlerin yakından takip edilmesi, gelecek dönemdeki ekonomik beklentilerin daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Alınan son ekonomik tedbirlerle, istikrarın dönüşümünün sağlanacağını, bir takım adımların atıldığını ve sürekliliğini sağlayabildiğimiz ölçüde 2024 yılında, ülkemizin daha ön görülebilir hale gelmesi ve sonra da tekrar eski günlerindeki coşkusuna ulaşmasını sağlayacağımızı düşünüyorum.
Tabii, bu durumları kaçırdığımız fırsatlar açısından değerlendirdiğimde ben, ülkemi özellikle son 20 yılda çok hızlı gelişen bir Dünya ekonomisi içindeki yerinin ciddi ölçüde genişlediğini ve Dünya ekonomisi gözünde önem taşıdığını düşünüyorum.
Bunu sadece coğrafi koşullarla değil, insan kaynaklarımızla da değerlendirmemiz gerekiyor. Şu anda uluslararası platformda yetişmiş insan gücümüzün kıymetini bilip, özellikle beyin göçü anlamında hareketliliğini bir şekilde durdurmamız gerektiğini unutmamalıyız.
Çünkü sanayimizde hem ara eleman, hem yetişmiş teknik eleman hem de beyaz yaka dediğimiz üniversite mezunu yetişmiş elemanların, hızla Avrupa’ya göç ettiğini düşünürsek bu hareketliliğin ekonomik anlamda önemli olduğunu, bir insanın, bir ülkenin yatırımlarının içindeki en büyük payı aldığını ve bu insanlarımızı başka ülkelerin kullanımına göndermememiz gerektiğine inanıyorum.
Dolayısıyla ülkemiz, bu bahsettiğim konuların tedbirini hızla almak durumundadır. Önümüzdeki günlerin güçlü Türkiye’sini elde edebilmenin yolu da hem ekonomik istikrarın, hem bahsettiğim konuların daha dikkatli yönetilmesiyle elde edilebileceği kanısındayım.
Ülkemiz, her türlü potansiyele sahip bir ülke. Bu potansiyelini aktif hale getirdiğinde yapamayacağı şeyin olmadığını düşünüyorum. Umutsuz bir göz ile geleceğe bakmak, geleceği kaybetmek demektir.
Dolayısıyla ülkemiz açısından 2024 yılı, 2023 yılına nazaran daha ön görülebilir, daha planlanabilir ve geleceğe doğru umutla bakılabilir bir yıl olacaktır. Tek dileğim budur.
Ülkemizin başarısındaki devamlılığı, istikrarı ve ekonomik gelişmesi konularının sürdürülebilirliğini hep birlikte sağlamak inancıyla… Teşekkür ediyorum.
Kaynak: SANAYİ HABER AJANSI
SAVUNMA GAZETESİ